Siyonizm ve Emperyalizm, kaynakları ve kültürleri kendilerini cezbeden, ya da tehdit olarak gördükleri ülkelerin insanlarını kısa, orta ve uzun vadeli projelerle kimliklerinden uzaklaştırmak için hedef tahtasına koyarlar. Bu anlamda hedeflerine koydukları ülkelerin başta gelenlerinden biri de bizim ülkemiz Türkiye’dir.
Yaklaşık yüz elli yıldır Müslüman Türk’ü İslami kimliğinden, ferdi, dini ve milli ülkülerinden uzaklaştırıp sadece günlük, hatta anlık yaşayan, ruhsuz, kimliksiz, idealsiz kitlelere dönüştürecek emperyalist projeler yoğun bir şekilde uygulanmaktadır. ABD, Batı ve yerli işbirlikçileri Türk Milletini sadece bedensel ihtiyaçlara dönük bir hayat kurgusu içinde çürütüp yok etmek için gündelik zevkleri hayatın merkezine koyarak geçmişini unutmuş, gelecek tasavvuru olmayan bir toplum haline getirmek istemektedir. Bu çabalarında ciddi mesafe almadıklarını söylemek de kolay değildir. Neticede gayretlerinin meyvesi; özentilerimizde, giyim tarzımızda, gündelik meşguliyetlerimizde, olaylara bakış ve etkilenmedeki duyarsızlığımızda, reklamlarımızda, sokaklarımızda, isimlerimizde ve pek çok yerde kendisini göstermektedir. İnsanımızın değer yargılarını ve algılarını tahrip ederek FİKİR KİRLİLİĞİ oluşturmak, İslam ve insan düşmanı bireyler yetiştirmek temel hedefleridir. Celladına âşık olmuş bir millet oluşturma gayretleri hızla devam etmektedir.
Türk-İslâm medeniyeti bin senedir oturmuş temiz ehli sünnet itikadı sayesinde yapılmak istenen tahribattan her şeye rağmen diğer toplumlara göre yine de az etkilenmiştir. Ancak son 150 yıldır tahribat bir hayli artmış, içimizde kaynağı dışarıda olan pek çok asliyeti bozuk fikir türemiştir. Emperyalistlerin İlk hedefleri halkın cahil bırakılmasını sağlayıp ajanları vasıtası ile bu topraklarda kullanabilecekleri insanları avlamak ve cahil bırakılan halkı kolayca kandırmak olmuştur. Görevli ajanların sinsi projeleri ile gerek din adamı gerek devlet ve siyaset adamı pek çok kişi bu ağa düşürülmüştür. Bu ajanların hayatları araştırıldığında meselenin vahameti çok daha iyi anlaşılacaktır. Daha sonra ekseriyeti İngiliz fikriyatına sahip kişiler devlete sızmaya başlamış. İçimizden gibi görünen pek çok hoca kılıklı zavallılar bozuk kitaplar yazarak faaliyetlerine başlamışlardır. C. Efgani, M.Abduh hayranı modernist ilahiyatçılar bugün de olduğu gibi oryantalistlerden ilham aldıkları hadis tenkitçiliği gibi tekniklerle Müslümanların kafalarını karıştırmaya, itikadını bozmaya, zihinleri bulandırmaya çalışmışlardır.
İngilizler emperyalist emellerini gerçekleştirmenin önünde en büyük engel olarak gördükleri Osmanlı’yı yıkmak için her yolu kullanmışlardır. Osmanlı Medeniyeti İngiliz-Yahudi iş birliği ile yürütülen planlı projelerle o gün yıkılmış sanılsa da aslında yıkılmış değil durdurulmuş ve uyutulmuş bir medeniyettir. İspanya’dan kaçıp Osmanlıya sığınan ve Osmanlı’nın kucak açık sahip çıktığı Yahudilerin çocukları, Birinci Dünya Harbi’nde Osmanlıya karşı İngilizlerin safında yer almışlardır. İsrail’in daha sonra koltuğa oturacak olan iki başbakanı ve bir cumhurbaşkanı bu savaşta İngilizlerin cephesinde Osmanlı askerine kurşun sıkmıştır.
İngilizler, dünyayı sömürmelerine engel olan Osmanlı İmparatorluğu’nu ne pahasına olursa olsun tasfiye etmek istiyorlar ama çelimsiz bir krallık olarak bunu savaş meydanlarında başarmalarının mümkün olmadığını biliyorlardı. Bunun için önemli bir strateji geliştirdiler. Stratejinin adı; “Ali Ağa’nın İngiliz Oğlu Projesi” idi.
Bu projeye göre; Britanya’dan devşirilen zeki çocukları her yıl Osmanlı’dan Hindistan’a kadar bütün stratejik devletlere gönderdiler ve İngiliz büyükelçisine zimmetleyerek; birer “yerli” gibi yetiştirip devletin kritik noktalarında istihdam edilmesini sağladılar. İşte bir örnek; Dönemin İngiliz büyükelçisi, elçilik görevlisi Ali Ağa’yı çağırıp yanındaki devşirme John’u göstererek, “Ali Ağa, bu çocuğun adı İbrahim’dir ve senin oğlundur. (!) Bu çocuğu tıpkı kendi çocuğun gibi yedirecek, giydirecek; âdet ve geleneklerinize göre yetiştireceksin. Para derdin olmayacak. Ayda bir, gece bana getireceksin” der ve teslim eder.
Aynen büyükelçinin dediği gibi yetiştirilen İbrahim, 30 yaşına geldiğinde ana dili(!) Türkçenin yanı sıra, Arapça, İngilizce ve Fransızcayı da çok iyi bilen bir müderristir artık! Bu süre içerisinde her ay büyükelçiye götürülmüş ve babasına(!) verilen bol harçlıklarla eve dönmüştür. İngiliz’ler böylece her yere “çip” yerleştirirler.
İnce siyaseti sebebiyle etrafındakilerin “Sarı Yılan” dediği İbrahim, Hariciye Nâzırlığında mütercim olarak çok etkin görevler alır. Bu görevlendirme üzerine İngiliz büyükelçisinin, Osmanlı sadrazamı Mustafa Reşit Paşa’ya, “Ali Ağa’nın oğlu İbrahim’in Bâb-ı Âli de görevlendirilmesine çok sevindim, teşekkürlerimi arz ederim” demesi çok manidardır.
İngilizler, Osmanlı’nın en hassas noktalarına “John İbrahim” gibi binlerce “çip” yerleştirirler. Kuş aşkıyla kendini dağlara vuran(!) ama ne hikmetse; kuşlardan ziyade kritik bölgelerin haritasını çıkarmakla meşgul olan ilim adamı Mr. Bury’lerden, takva ehli bir şeyh(!) olarak cami cami dolaşıp fitne tohumları eken Lawrence’lere kadar, farklı zamanlarda farklı biçimlerde uyguladıkları, “Osmanlı Kıyafeti ile Serbest Faaliyet” yöntemi sayesinde 6 asırlık devleti savaşmadan yıkılmanın eşiğine getirdiler.
Sonra da “Vekalet” sistemine geçtiler. FETÖ’nün 40 yıllık hıyanet yolculuğu da İngilizlerin bu sinsi yöntemine benzer bir yöntemdir. Benzer değil aslında ta kendisidir. Takiyeciliğin anavatanı olan İngiltere hâlâ aynı taktikleri uygulamaya devam etmekte ancak artık elini ateşe sokmadan maşa ile işlerini halletmekte yani “vekalet sistemini” kullanmaktadır. Artık “devşirme John”ların yerine, yerinden devşirmeleri kullanmayı tercih ediyor. Zihinleri işgal edilmiş yerli işbirlikçiler üretmeye çok emek ve çok para harcıyor. Yâni çayın taşı ile gölün kuşunu vurmak daha kolayına geliyor.
Devletler için, milletinin zihinlerinin işgal edilmesi, topraklarının işgal edilmesinden daha vahim bir durumdur. Bugün Müslüman toplumlarda, dindar olduğu düşünülen insanlarının bir kısmında bile bu işgalin etkisi görülmektedir. Sıkışınca yalan söyleyebilen, kafası bozulunca küfür edebilen, dara düştüğünde faiz, fırsat bulduğunda hak ve rüşvet yiyebilen, çıkarları söz konusu olduğunda hak-hukuk tanımayan, menfaati olan yerde haram-helal gözetmeyen, halk tabiri ile aynen Çin Malı gibi görüntüsü muhteşem, dayanıklılığı, direnci, kalıcılığı, etkisi sıfır bir Müslümanlık anlayışı oluşmuş ve yaşanmaktadır. Beyinlerin işgali; algıları, değerleri, vasıfları değiştirmiş, tahrif etmiştir. Bugün maalesef Müslümanlar içinde, keyfiyeti tahrif olmamış sahih İslam anlayışına sahip Müslümanlar âdeta aranır hale gelmiştir.
Devletlerin, ilim adamlarının, bilim insanlarının, din adamlarının, sosyologların, vatanını ve milletini seven bütün ilim ve irfan ehlinin en büyük görevi; milletini, özellikle gençlerini bu tür Siyonist ve Emperyalist tuzaklara karşı korumaktır. Samimi bir gayret ve sorumluluk bilinci ile; aklen, fikren, ilmen çaba, duruş, gayret ve cesaret göstererek nesillerin zihinlerinin işgaline ve inançlarındaki ifsada engel olunması milli ve dini bir görevdir. Aksi halde Beyinler işgal ve ifsat edildikten sonra ne baştaki örtü ne de çenedeki sakal kimseyi kurtarmayacaktır