Allah c.c., Müslümanların birlik ve beraberliğine, toplu olarak hareket etmelerine büyük önem verir. İslam literatüründe bu birliği simgeleyen ‘ümmet’ kelimesi, aynı dine inanan, aynı değerleri paylaşan insanların oluşturduğu toplum anlamına gelir. Yani her Müslüman İslam ümmetinin bir üyesidir.
Rabbimiz, “Müminler ancak kardeştir” ayetiyle, ayrım gözetmeksizin bütün müminleri manevi bir bağ ile birleştirir. Hz. Peygamber de ümmetinin yekvücut olmasını istemiş ve sahabeyi bu doğrultuda yetiştirmiştir. Ayette ilan edilen ümmet, coğrafî sınırlar, ırk veya nesep bağları ile sınırlanmayan büyük bir toplumdur. Ümmeti zaafa düşürecek en önemli etkenler ise, kavmiyetçilik, cemaatçilik, aşiretçilik, grupçuluk ve ferdiyetçiliktir.
İslâm, Cihanşümul toplumun (ümmet) oluşturulmasını ve çeşitli zulüm ve haksızlıkların görüldüğü yeryüzünde topyekûn mücadele ederek, ahlâktan sanata, bilimden iktisada kadar bütün alanlarda hak yolun temsilcisi olunmasını ister. Kur’an, bu topluluğu oluşturmak için bir yandan aile birimini güçlendirir, diğer taraftan kabileciliği/kavmiyetçiliği yasaklayarak, geniş çaplı bir birliktelik meydana getirir. Kur’an’ın toplumsal birlikteliğe vurgu yapan mesajları hemen her ayetinde görülür.
“Müminler ancak kardeştirler. O hâlde ihtilaf eden kardeşlerinizin arasını düzeltin. Allah’a karşı gelmekten sakının ki O’nun merhametine nail olasınız” (Hucurat 10) ayetiyle bütün Müslümanların kardeş olduğunu; “Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi onları kendilerine tercih ederler” (Haşr suresi 9) ayetiyle, kardeşliğin en ileri derecesine sahip olduklarını ifade eder.
Hz. Peygamber de ümmeti tarif ederken: “Birbirini sevmede, birbirine merhamette, birbirine şefkatte, müminlerin bir beden gibi olduğunu görürsün. Bir uzvu rahatsızlandığında, diğer uzuvları ateşlenerek, uykusuz kalarak ona katılır.” (Müslim Birr 66) İslâm ümmetini bundan daha güzel tarif ve tasvir etmek mümkün değildir. Bir başka hadislerinde, “İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe de (gerçek) iman etmiş olmazsınız” buyurarak, Müslümanların birbirlerini sevmelerinin imanın gereği olduğunu ifade etmiştir. Bu kardeşlik dolayısıyla, İslam toplumunda hakkın, adaletin, sevginin, barışın ve yardımlaşmanın hâkim olması esastır.
İslâm, ümmet modeli ile farklı kavimleri karıştırıp tek tip bir toplum ortaya çıkarmayı hedeflemez. Müslümanların, fikir ve kültür gibi farklılıklarına müsaade eder. Fakat bu çeşitliliği sağlam ilkelerle kontrol altında tutar. Ümmet anlayışı ile kişisel veya etnik kimliklerin/özelliklerin kaybolmadığı geniş bir toplum oluşturur. Bütün bu renklerin uyum içinde, ahenkli bir bütün oluşturmasını ister. Çatışma hâlinde olmalarını şiddetle reddeder. İnsanların falan soya mensup olmakla diğerlerine üstünlük iddiasını yasaklar. İşte bu açıdan İslâm’da kavmiyetçilik yasaktır. Hz. Peygamber, kavmiyetçiliği şöyle reddeder: “Kim hevasına uyarak bâtıl yolda cenk eder, kavmiyetçiliğe çağrıda bulunur veya kavmiyetçiliğin sevkiyle öfkeye kapılırsa, cahiliye üzere ölür. Asabiyet/kavmiyet davasına kalkan, onu yaymaya çalışan, bu dava yolunda mücadele eden ve ölen bizden değildir.” (İbn Mace Fiten 7)
Kavmiyetçilikte görüldüğü gibi cemaatçilik ve grupçuluk da kardeşliği zaafa uğratan etkenlerden biridir. Nitekim son yıllarda çeşitli cemaatlerin veya grupların birbiriyle mücadele etmeleri, kardeşlik bağlarının zayıflamasına neden olmuştur. Hangi cemaatten veya gruptan olursa olsun tevhide inanan, kıblesi bir olan Müslümanların, başka cemaatlere mensup olan kardeşlerini “öteki” olarak görmesi doğru değildir.
Kavmiyetçilik ve cemaatçilik gibi ferdiyetçilik de ümmeti zaafa uğratan çok tehlikeli bir anlayıştır. Ne yazık ki Müslümanlar, modern çağın yeni gelişmeleriyle ümmet anlayışından uzaklaşıp, toplumu atomize bireylerden oluşan bir yapı olarak görmeye başladı. Bu bireycilik/ferdiyetçilik modeli, Müslümanların başına gelen hemen bütün belaların sebebidir. Oysa ümmet, ferdiyetçiliğin zıddıdır. Ferdiyetçilikte, birey her şeyin merkezi ve ölçüsüdür. Ümmette ise “ben” yoktur, “biz” vardır. Bir Müslüman, diğer bütün Müslümanlardan sorumlu olduğu bilincini taşır. Bireycilik, tüketimci-kapitalist anlayışla sadece kendini ve çıkarlarını düşünmeye dayandığı için ümmet anlayışına tamamen aykırıdır. İnsanların bir ve beraber olmalarının önündeki en büyük engeldir.
Müslümanlar olarak uzunca bir zamandan beri, biz adına değil, ben adına düşünüyor, kararlar veriyor, planlar yapıyor olduk. Ümmetin bölünmüşlüğünün, gurupların birbirine “dost” olması gerekirken birbirlerini rakip olarak görmelerinin, mezhep savaşlarının vs. etkisiyle her geçen gün daha hızlı dökülüyoruz. Reel politiğe vahiy penceresinden bakmayı bırakmış olmamızdan olsa gerek, Çevremizde olanların, Suriye’de, Irak’ta, Doğu Türkistan’da yaşananların, Gazze’de katledilen çocukların, yapılan soy kırımın, içindeki insanların başlarına yıkılan evlerin feryadını duymuyoruz. Her yıl 10 milyona yakın çocuğun açlıktan ölmesi bizi sarsmıyor, 2 milyar insanın sefalet içinde kıvranması nedense içimizi acıtmıyor. Her türlü israfın ihtiyaç olduğuna ikna olmuş, tüketimi alabildiğine artırmakta kimlik bulan bireyler olarak, çağa ve topluma Müslümanca tanıklık etme misyonumuzu unuttuk. Nil’in diğer yakasındaki bir kuzuyu kurt kapsa sorumlusu Ömer’dir dedirten bir Müslümanlık bilinci, Müslüman duyarlılığı ve sorumluluğu bizim yitik malımız oldu. Arafat’ta birlik içinde eriten, sadece sevgi ve kardeşlik duygusuyla bütünleştiren “Emin Belde”yi yaşadığımız yerlere taşıyamıyoruz. Çünkü insanlığa hayırda ve iyilikte öncü olma iddiasından vazgeçtik. Nitekim Habeşli Hz. Bilal’i, Bizanslı Hz. Suheyb’i, Farslı Hz. Selman’ı, Arap Hz. Ali’yi kardeş kılan o ümmet olma bilincini kaybetmemiş olsaydık, bugün Türkiye’mizde Kürt sorunu diye bir sorunumuz da olmazdı.
Problemlerin çözümü, Kur’an’ın insanlığa sundu ğu en önemli ilkelerden biri olan “Emr-i bi’l-maruf ve Nehy-i ani’l-münker”in uygulanması ile mümkündür. “Siz en hayırlı ümmetsiniz, iyilikleri emreder, kötülüklerden menedersiniz” ayetinde ifade edilen bu prensip Ümmet-i Muhammed’in önemli vasıflarından biri olmalıdır. Müslümanların, kurumsal ve bireysel olarak bu ilke doğrultusunda, her türlü imkânı kullanarak yanlışa düşen kardeşlerini uyarmaları, onlara engel olmaya çalışmaları hem sorumlulukları hem de görevleridir. Bu kardeşliğin parçalanmasına karşı çıkılmaması, tepki verilmemesi, “aynı gemide hep beraber batmaya göz yumulması.” anlamına gelir.
Müslümanların, bütün bu problemleri aşmalarının ve daha önce yaşadıkları şanlı günlerine dönmelerinin yolu, ümmet kardeşliğini her bakımdan tesis etmelerinden yani birlik-beraberliği her alanda sağlamalarından geçmektedir. Dolayısıyla farklılıkları değil ortak noktaları öne çıkarmak, ümmet çatısı altında birleşmek dağınıklıktan kaynaklanan perişanlığımızdan kurtulmanın tek çıkar yoludur.
Peygamberimiz buyurur; “Birbirinizle üstünlük yarışına girmeyin. Birbirinize haset etmeyin. Birbirinize kin beslemeyin. Birbirinize sırt çevirmeyin. Ey Allah’ın kulları; Kardeş olun.” (Müslim Birr 28)