Karabük Haberleri

reklam

GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANININ ÖNCELİKLİ SORUNU “İSLAMİ KİMLİK” SORUNUNUDUR

GÜNÜMÜZ MÜSLÜMANININ ÖNCELİKLİ SORUNU “İSLAMİ KİMLİK” SORUNUNUDUR
reklam
20 Haziran 2025 - 12:11

Bugün İslam Dünyasında Müslümanlar, İslami kimlikleri ile yaşadıkları hayatın ve şartların onlara biçtiği kimlikler arasında bocalayıp durmakta, bir tercih yapamamanın sıkıntı ve bunalımını yaşamaktadırlar.
Müslüman, Allah’a teslim olan. Allah’ın koyduğu kurallar çerçevesinde hayatını tanzim etme taahhüdünde bulunan emniyet insanıdır.
Yani, “Müslüman Müslümandır” Kimliğini Müslüman olarak tanımlayan birinin söz ve davranışları başkaları tarafından İslâm açısından sorgulanabiliyorsa bu durum Müslümanın yerine getirmesi gereken bazı davranış ve tutum biçimlerinin olduğunu ve olması gerektiğini ortaya koyar. Yani
Kimliğini Müslüman olarak tanımlayan kişiden başkalarının İslami davranışları beklemesi kaçınılmaz olur.
Bir Müslümanın İslami kimliği onun yapmak ya da kaçınmak zorunda olduğu tutum ve davranışlardan oluşur. Kur’an ve Hadislere bakıldığında doğrudan ya da dolaylı olarak Müslüman’ın nasıl olması, neleri yapıp, nelerden kaçınması gerektiği, yani Müslümanın kimliğinin tanımlandığı, niteliklerinin belirtildiği açık şekilde görülür.
Müslüman olmak için Kelime-i Şehadeti getirmek, bunu dili ile ikrar edip kalbi ile tasdik etmek gerekli ve yeterlidir. Ancak bu kelimeyi söyleyen onun muhteviyatına da boyun eğdiğini belitmiş ve kabul etmiş olur ki Müslüman’ın tanımı burada başlar.
Bu noktadan sonra karşımıza doğal olarak bazı meseleler çıkar. Zira Kelime-i şehadet getirmenin kişiye yüklediği sorumluluklar vardır. O sonuçlar bizi, İslâm’ın ve İmanın şartlarına götürür. Müslümanım diyen kimsede İslâm’ın ve İmanın şartlarını yerine getirme yükümlülüğü gündeme gelir. Bunlar yerine getirilmediği takdirde kişi Müslüman olmaktan çıkmaz lakin, görevini yerine getirmeyen bir Müslüman durumuna düşer ve bu kez de hem bu dünyada hem ahirette borcunu yerine getirmemiş olanlara mahsus müeyyidelere maruz kalır.

İmanın şartları, Müslümanı kişisel boyutta tanımlar. Kişi Müslüman olup olmadığını, amentünün şartlarında kendisini test ederek irdeleyebilir. Bu irdelemede kişi kendini ya Müslüman olarak kabul eder ya da Müslüman olmadığı hükmüne varır. Burada işin yüzdesi (%) yoktur. Ya hep ya hiç kuralı geçerlidir. Bu demektir ki; Kur’an’da belirtilen hususların tamamını kabul eden, hiçbirini inkâr etmeyen kişi inandıklarını yerine getiremese bile Müslümandır. Ancak bunların büyük çoğunluğunu kabul edip yaşasa ancak bir tanesini bile inkâr ediyorsa İslam çerçevesinin dışına çıkar.

Kişinin Müslümanlığının sosyal boyutu İslam’ın şartları ile belirlenir. Müslüman’ın İslam’ın hükümlerine uymaya rıza göstermesi ile Onun yaptırımları devreye girmiş olur. Burada geçerli olan İslam’ın şartları Müslümanı toplum yararına da yaşamaya mecbur eder. Artık kişisel iman boyutunun ötesinde İslam’ın hukuk kuralları devreye girer. Çünkü burada kişi İslâm’ı yalnızca kendi şahsı için yaşamaz, toplum için ve toplum yararına da yaşamaya başlamış olur. Böylece toplumsal ve siyasal alanda İslâm hukukunu uygulamanın zemini de oluşmuş olur.

Bu son noktaya gelmek ancak Müslümanın, Müslümanlığı ile ilgili kendi iç meselelerini halletmiş olmasını gerektirir. Günümüz Müslümanının bu anlamda kimlik sorununu hallettiğini söylememiz çok da mümkün görünmüyor. Çoğu Müslüman İslâm’a göre kendisinin nerede durduğunun bile henüz farkında olmadığı görüntüsü içinde. Buna rağmen geçmişinde Müslüman olarak yaşamış bir toplumun bugünkü üyeleri kendi Müslüman kimliğini unutmuş görünseler bile, kendilerine dışarıdan, hâlâ Müslüman gözü ile bakılıyor. Bu durumun son örneği Bosna savaşında yaşandı. Boşnaklar (bir kısmı da olsa) Müslümanlıklarını unutmuş olmalarına rağmen onlara Müslüman diye saldırdılar. Nitekim bu savaştan sonra Boşnaklar da kendilerini Müslüman olarak tanımlamaya başladılar ve İslâmî bilinçlerini yenileme çabasına girdiler. Aynı şekilde, İslâm’ın toplumsal ve siyasal temelde uygulanmadığı fakat ahalisi Müslüman olan toplumlarda kişiler İslâm’dan uzak bir hayat geçirseler bile, kendilerine ölümlerinde Müslüman muamelesi yapılıyor, camiden uğurlanıp dualar ediliyor.

Evet, kelime-i şehadet getiren kimse bu şehadetinin hatırına Müslüman telakkî ediliyor ve o kimse başka herhangi bir ek külfete katlanmaksızın İslâm dairesinin içinde yerini alıyor. Esas mesele sadece bununla yetinen kişinin ne kadar bilinçli bir Müslüman olduğu, kendisini Müslüman saymakla birlikte İslâm’a karşı hiçbir sorumluluğunu yerine getirmeyen ve ona karşı hiçbir sorumluluk hissetmeyen birisinin nasıl bir Müslüman kimliği taşıdığıdır.
Acaba böyle bir Müslüman nasıl bir İslâmî kimlik taşıyordur ya da İslami kimlik taşıyor mudur? Bu sorunun cevabını kişi kendisi için bazı kriterlere başvurarak tespit edebilir.
Kendini Müslüman olarak tanımlayan kişi, acaba:
* Müslüman olmayı kendisine külfet ve eziklik vesilesi mi görüyor? yoksa her durumda Müslüman olduğu için Allah’a şükür mü ediyor?
* Yaşantısının her alanında kendini Müslüman olarak mı hissediyor, yoksa Müslüman olduğunu arada bir, mesela yalnızca bayram günlerinde ve cenaze törenlerinde mi hatırlıyor?
* Müslümanca düzenlenmiş bir dünyada mı yaşamak istiyor, yoksa Müslüman olmayanların öngördüğü bir dünya düzeninde yaşamak onun için fark etmiyor mu?
* İnsanı ve eşyayı Müslümanca okumaya ve yorumlamaya mı çaba gösteriyor yoksa seküler (Dini hayatın dışında değerlendiren) bir bakış açısı onun için yeterli mi geliyor?
Bu ve benzeri sorulara verilen cevaba göre karşımıza farklı Müslüman tipleri ortaya çıkabiliyor.

Uğur Mumcu, bir gülmece dergisine Müslüman Türk’ü şöyle tanımlamıştı: “Müslüman Türk; “İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulüne göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” Benzer gariplikler maalesef tüm İslam Dünyası için geçerlidir.
Günümüzde pek çok Müslümanının beyini ve kalbi İslami olmayan düşünceler, mezhepsel tefrikalar, sapık ideolojiler tarafından işgal edilmiş olduğundan Müslümanlar kimlik bunalımı yaşıyor. Bu kadar karışık kimliklerden birlik oluşturmak elbette kolay değildir. Müslümanların Müslüman kimliğinde birleşmeleri bu bunalımdan çıkabilmenin, kendimize gelmenin ve kardeş olduğumuzun farkına varıp birlik ve dirliğe kavuşabilmenin, dünya ve ahiret saadetine ulaşabilmenin en temel şartı ve tek çıkar yoludur. Merhum M. Akif’in dediği gibi; Allah’a dayan sa’ye sarıl hikmete râm ol. Yol varsa budur bilmiyorum başka çıkar yol.

reklam
HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

Copyright © 2023. Karabük Haberleri Her hakkı saklıdır.