“Heva” kelimesi sözlükte “istek, heves, meyil” anlamlarına gelir. Terim olarak “nefsin, akıl ve din tarafından yasaklanan kötü arzularına karşı olan eğilimi” yahut “doğruluk, hak ve faziletten saparak haz ve menfaatlere yönelen nefis” manalarında kullanılmıştır.
Kur’ân’da hevâ kelimesi ile, nefsin öfke ve şehvet gibi kötü duygulara meyletmesi kastedilir. İnsan hevâsına uyduğu takdirde, bu onu dalâlete götürür. Dalâlet ise, insanın iki dünyadaki felâketine sebep olur. Yüce Allah, insanların hevâlarına boyun eğmemelerini, böylece hak yolda olmalarını ister.
Kur’an’ı Kerim, bayağı arzularına esir olan insanı “hevâsını tanrı edinen insan” diye tanıtır. “Bayağı arzularını tanrılaştıran kişiyi gördün mü? Şimdi sen, bu adamı da doğru yola getirmekle yükümlü olabilir misin?” (el-Furkān 25/43) buyurulur.
İnsanın hüsranı toplumun helaki, hayatın hakimiyeti hevanın eline geçince başlar. Kişinin bozulmasına yol açan bütün olumsuz içsel etkenler heva olarak adlandırılır. Vahyi ölçü almayan, Allah’ı razı etmeyi amaç edinmeyen her türlü tutum ve davranış hevanın habercisidir. Benliğini vahye tabi kılmayan, arzularının güdümüne kendini kaptıran herkes hevanın hedefindedir Hevanın egemenliğinde ölçü, kural, kriter, değer yoktur. Orada sadece çıkar,haz, israf ve isyan vardır.
Hevaya yönelmek, haktan yüz çevirmektir. Şayet bir yerde heva hakim ise orada haksızlık ve hukuksuzluk kaçınılmazdır. O zeminde doğru ve geçerli tek şey arzuların tatminidir
Heva, sonuna kadar hazlarını konuşturmaktır. Zevklerini harekete geçirmektir. Heva, yeni literatürdeki hedonizmin diğer adıdır. Tüm cahili yapıların referansı, tüm kötülüklerin adresi hevadır.
Bu yönü ile Batı, kocaman ve kocamış bir heva imparatorluğudur. Hevanın hâkim olduğu dünyada hayır yok, sadece hazlar vardır. Epikür felsefe, hedonist duygular hayatı insanlara “ye, iç, eğlen, seviş” modunda sunar ve anlamsızlaştırır Bugün beyinleri midelerine ve cinselliğe indirgenmiş,
Sınırsız hazların tahribatı insanlığın geleceğini tehdit ediyor. Haşarı, asi ve şımarık nesiller hiçbir kural, değer, ölçü tanımıyor. Daha doğrusu kendini tanımıyor, fıtratıyla zıtlaşıyor, Rabbine ters düşüyor. Hayatın esas gayesini zevkler olarak belirleyen bu öğreti, insanı sürekli öğütüyor, değerleri tahrip ediyor. Hazzın esiri, zevkin zebunu, tadın tabisi kişiler zamanla kimliksiz, kişiliksiz, kemiksiz bir kulvara kayıyor. Hevasını putlaştıran, içgüdülerin kulu, iştahın kölesi, şehvetin esiri oluyor.
Dostluklar, kardeşlikler, komşuluklar, akrabalıklar, ilişkiler, evlilikler, kültür, spor, siyaset, eğitim bu anlamda anlamını yitirdi, ruhunu, özünü kaybetti. Günübirlik zevkler, anlık hazlar hayatın akışını belirleyici ve sürükleyici hale geldi. Bu nedenle hayatın hayrı ve bereketi kalmadı. Artık sadece zevkler konuşuluyor, renkler tartışılıyor, yaşamın ahengi gitti. Bu gidişatın sonunda başlayacak “ah”ları ve “vah”ları kimse hesap etmiyor, duymak istemiyor.
Heva kapısından girmek kolay, çıkmak ise çok zordur. Heva ile heba olan hayatlar, Helak olan kuşaklar, Heder olan halklar, tüm bunlar kötüye gidişin habercisidir. Hevaya takılı kalanların dava diye bir derdi de kalmıyor. Heva sahipleri hakikatin şahitliğini sürdüremiyor.
Hevaya teslim olmak Hüda’ya mesafe koymaktır. Gayrı meşruya çağrı yapmaktır. Başlangıçta hevalarına tabi olanlar, zamanla hevalarına tapınmaya başlıyorlar. Ve şeytan hevâcılara yaptıklarını hoş gösteriyor. Vahyi hesaba katmayanların hayatlarında vahşetler başlıyor. Kendimizle ilgili bu içsel tehdidin mutlaka farkında olmamız ve çarelere baş vurmamız gerekiyor.
Ertelediğimiz sorumluluklarımızın, ölümcül suskunluğumuzun, iflah olmaz sorumsuzluğumuzun, marazi duyarsızlığımızın sebebini başka yerlerde aramamalıyız. İradesizliğimize, idealsizliğimize, iddiasızlığımıza, ihmallerimize bir teşhis koymak gerekiyorsa nedeni hevanın esiri oluşumuzdandır.
Rabbinin isteklerini geçiştiren, canının istediği gibi yaşamayı cana minnet bilen insanımızın acınası hali çok üzücüdür. Hevada huzur olmadığını hevasını tanrı edinenlere bakarak bilmemiz gerekiyor.
Hz. Peygamberimiz buyuruyor: “Kişi arzularını benim getirdiklerime tabi kılmadıkça gerçek anlamda iman etmiş sayılmaz.” (Kitâbü’l-Hücce)
Evet, nefsimizi hevamıza tabi kılmadan, vahyin aydınlığında sonsuz lezzetlere müşteri olmamız lazım. Bunun içinde Resulullah’ın (sav) şu uyarısını yaşamımızın ölçüsü yapmalıyız: “Zevkleri bıçak gibi keseni (ölümü) çok hatırlayın!” (Tirmizî, Zühd 31)
Çözüm; Hevada değil takvadadır. Çare; İstikamet ve ihlas üzere oluşturulacak bir hayatı yaşama mücadelesinde karar kılıp o istikamette gayret göstermektedir.