Müslümanlar olarak bugün maruz kaldığımız en müzmin hastalıklarımızdan biri ihmalkârlıktır. İşin garibi bu hastalık müptela olanlar tarafından hastalık olarak görülmez. Onun için tedaviye de ihtiyaç duyulmaz. Bu durum da ayrı bir hastalıktır. Hatta ihmalkârlık sanki kâr sanılan bir hastalıktır.
İhmalkârlığımız kulluk sınavımızı zora sokan en ciddi eksiklerimizden biri olarak manevi hayatımızı tehdit ediyor. Öyle ihmallerimiz var ki sonucu kasıtlı işlenen bazı kabahatlerden daha ağır olabiliyor. Çoğu kişi bazı günahları bilerek ya da isteyerek işlemiyor. Birçok günahımız ihmallerimizin sonucu olarak oluşuyor. Adaletin gecikmesi, haksızlık karşısında susulması vb. Bunun örnekleri…
Geciken adalet adalet değildir. Mazlumların çırpışını, çığlığını sadece izlemek, zamanla alışmak ve umursamamak o suça ortak olmaktır. Başarısız olabiliriz, sonuç alamayabiliriz fakat kötülüğe elimizle, yapamıyorsak dilimizle, ona da güç yetiremiyorsak kalbimizle müdahalemiz yoksa vebal altındayız.
Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır. En ciddi yanılgımız; ihmalkârlığı karakter haline getirmiş olmamız. Sürdürülemeyen sorumluluklar, yarım kalmış görevler, inisiyatifsizlik, iradesizlik hep ihmal hastalığımızın septomları.
İhmalkârlıklarımız ilahi emanete düşürdüğümüz kara leke olarak amel defterimize işleniyor. Bugün başımıza gelen musibetler, felaket ve belalar kim bilir geçmişteki hangi ihmallerimizin sonucu. İhmal eden, savsaklayan, aldırmayan, geçiştiren ve bunu yaşam tarzı haline getiren bir ümmetin iflah olması, toparlanması ve kendine gelmesi kolay olabilir mi?
Şeytan bizi zamana yaydığımız yükümlülüklerimizin zamanla zamanaşımına uğrayacağını zannetme yanılgımız ile avutuyor. Dosyamız kabarıyor, kabahatimizin arttığını fark etmiyoruz. İpe un seren, havanda su döven, topu taca atan, “yerim dar” diyenin zamanla dava diye bir derdi de kalmıyor.
Öldürücü suskunluk, kahredici vurdumduymazlık başımıza gelen tüm sıkıntı ve musibetlerin temel nedenidir. Merhum Akif Safahat’ta anlatır;
Ne intihaba (uyandırma) çalışmak, ne i’tilaya (yükselme) emek;
Cihan yıkılsa bizim halk, uyanmadan gidecek!
Onun kıyamı için Sûr’u beklemek lazım!
Bu duygusuzluğa bir çare yok mu, Allah’ım?
Zavallı köylüye, ilkin, epeyce sövmüşler;
İşitmemiş. Bu sefer bir odunla dövmüşler.
Birer davul kadar olmuş da budlarındaki şiş,
“Davul çalınmada, zannım, aşağıki evde!” demiş.
İnince, derken, “odunlar budur,” deyip beyni,
“Davul bizim eve gelmiş!” demiş sonunda, hani?
Bizim de halimiz ayniyle köylünün hali!
Davetsiz ve cihadsız hayatların hayrı olmuyor. Aksiyonsuz ve aşksız hareketlerin bereketi kalmıyor. Okçular Tepesi’ni ihmal ettik. “Bu sıcakta sefere çıkılır mı?” dedik. “Allah için ayağa kalkın denince yere çakıldık kaldık.” Duyarlılığımız gitti. Duruşumuz değişti. Duruma göre vaziyeti idare eder olduk. Önümüzde daha uzun zaman var, tevbe ile telafi ederiz tesellisine kandık. İlgilenmemiz gereken hedef mahallemiz, sokağımız, kitlemiz olduğu günlerin heyecanı kalmadı. Bir insanın hidayetine vesile olmayı dünyalara bedel saydığımız dönemleri unuttuk. Tüm engellemelere rağmen biz yine de bir yolunu buluyor ve yüreklere dokunuyorduk.
Bugün engeller kalktı ama biz yerimizden kalkamıyoruz. Bunca imkâna rağmen bu ihmalin izahı kolay değil. İmtihanda bocalıyoruz. Hassasiyet gidince ihmal başlıyor, imtihan zorlaşıyor. İşin daha da kötüsü, ihmal yerinde durmuyor; derinleşiyor ve yaygınlaşıyor.
Kur’an’ı mehcur bıraktık, Mabetleri metruk bıraktık, Yoksulları mahrum bıraktık, Yeryüzünü mücrimlere bıraktık. Yeryüzünün halifeliği bizde idi, efendisi biz idik. Bu misyonu koruyamayıp kaybedişimiz, emanetin sahibi Rabbimize karşı en büyük saygısızlığımız oldu.
Adaleti ihmal ettik, ahlakı ihmal ettik, ahireti ihmal ettik. Bunların devamında belki de Allah’ı ihmal ettik. Allah’a iman ediyoruz ama yine de ihmal ediyoruz. onun için de bir türlü iflah olmuyoruz. Namazdaki üşengeçliğimizi başka nasıl izah edebiliriz?
Bugün İslam âleminin yaşadığı zillet durumu; kulluğumuzu ve onun tamamlayıcısı olan kardeşliğimizi ihmal etmenin faturasıdır. Yoksullarımız, yetimlerimiz, yalnızlarımız, yaşlılarımız ihmalimizin mağduru. Unuttuklarımız, uzaklaştıklarımız… Kudüs, Kurtuba, Kafkasya, Kırım, Keşmir tarihi bir ihmalin kurbanı olan coğrafyalarımız. Kitabı ve kıbleyi ihmal edenlerin ne ülküsü, ne de ülkesi kalmıyor.
Dahası biz kalbimizi ve ruhumuzu, yani kendimizi ihmal ettik. Vicdanımızı, ahdimizi ihmal ettik. Tüm bu ihmaller edep, haya, terbiye, nezaket, özen gösterme hassasiyetimizi yok etti. İplik var, iğne var amma bir türlü dikişlerimiz tutmuyor, düğüm atmayı ihmal ediyoruz
Nasrettin Hoca kızının iyi yetişmesi için elinden gelen her şeyi yapmış. İğneye ip takmasına varıncaya kadar bütün bildiklerini öğretmenin sevincini yaşamaktaymış. Nihayet hocanın kızı gelin olmuş. Ata bindirilip giderken Nasrettin Hoca, koşa koşa arkasından yetişmiş ve çok önemli bir şeyi unutmuşçasına kızının kulağına gizlice şöyle demiş: Kızım, aman dikkat et! Sakın ola iğneye ip taktıktan sonra düğüm atmayı ihmal etme. Sonra dikiş tutturamazsın.”