Kaçış nereye? İnsan kendinden ne kadar ve nereye kaçabilir? Ne kadar unutabiliriz unutmak istediklerimizi ve nasıl unutabiliriz kendimizi? Unutmayı unutmak mümkün değil elbette. Lâkin hatırlamayı hatırlamak hiç unutmamamız gereken şeyimiz.
En kolay yapabildiğimiz ya da yapabildiğimizi sandığımız şey kendimizden kaçmak. Kendimizden kaçtığımız zaman hayattan kaçmanın kapısını da ardına kadar aralamış oluyoruz aslında.
Sanılır ki sormak ve sorgulamak dışa dönüktür. Tam aksine her iki eylem de önce içe dönüktür. İçsel olanı gerçekleştirmeden dışsal olana koşmak kendinden kaçıştan başka bir şey değildir.
Kim olduğumuz, bu dünyada neden bulunduğumuz sorularını kendimize sormazsak yaratılış amacımızı kavrayamayız. Kendini sorgulamak, diğer anlamı ile Nefis Muhasebesi; Nefsin hesaba çekilmesi, iç dünyamızla yüzleşmek ve kendimizi değerlendirmek anlamına geliyor. Nefis muhasebesi insanın yaratılış amacını anlaması, iman ve amelini kontrol etmesi ve Allah’a kulluk görevi açısından kendini hesaba çekmesi demektir.
“Sorgulanmamış hayat yaşanmaya değmez” diyor Sokrates. Zaman zaman kişinin kendini, hayatını, yaptıklarını sorgulaması kendini geliştirmesi, zayıf yanlarını görmesi için mükemmel bir fırsattır. Kendini bulmak kendini sorgulamakla başlar. İç dünyandaki sorulara verdiğin cevaplar seni sana götürür. Kişide en büyük kayıp sorgulama yeteneğini kaybetmiş bir beyindir.
Günlük hayatta her şeyi, herkesi çok rahat ve sürekli sorguluyoruz. Hayatı, inancı, sistemi, devleti, tarihi, toplumu, dinleri, ideolojileri, aileyi, cemaatleri, tarikatları, mezhepleri, gençliği, ahlakı, kaderi, her şeyi bir ömürdür habire sorguluyoruz. Bu konuda baya da uzmanlaştık.
Sorgulamak güzel. Çünkü berrak bir idrake, güçlü bir iradeye, net bir şahsiyete, nitelikli bir harekete ihtiyacımız var. Lakin, bu yoğun ve yorucu sorgulama sürecimizde iki konuda yetersiz kalıyoruz.
Bunlardan birincisi; sorgulamalarımızın sınırı, ahlakı ve hukuku konusu. Burada zaman zaman sınırları zorluyor, haddi aşıyor, hak ihlalleri yapıyoruz. Ölçüyü, ayarı koymada ve korumada zaaflarımız var. Bazen sorgularken savruluyor, sarsılıyor, sendeliyoruz. Eleştirisel akıl diyoruz ancak duracağımız yeri ayarlamakta güçlük çekiyoruz.
İkincisi ve en önemlisi de kendimizi sorgulamada sorunumuz var. Ötekileri sorgulamada fevkalade aktif olan bizler, sıra kendimize gelince ağırdan alıyor hatta sürekli erteliyoruz. Çünkü kendimizi sorgulamak başkasını sorgulamaya benzemiyor. Kendimizle yüzleşmek zor iş. Cesaret istiyor, dürüstlük istiyor, özveri istiyor. Lakin kendimizi tanıyabilmenin yolu da kendimizi sorgulamaktan geçiyor. Akıllı insan hakkıyla kendini sorgulayan ve kendini aşabilen insandır. Sorgulanmayan yaşamlar basit ve değersiz hayatlardır. Kişinin kendini sorgulaması ciddi bir sorumluluk ve erdemli bir duruş gerektirir.
Her şeye rağmen kendimizi sorgulamak zorundayız. Kendimizi yaşamın ve alışkanlıklarımızın akışına terk edemeyiz. Özeleştiri olmadan öze dönüş olmuyor. Kendimizle yüzleşebilecek bir yüreğimiz olmalı. Kendimiz olmamız ve kendimiz kalmamız için bunu yapmamız gerekiyor. Hz. Yusuf (as) bile kendini sorguladı. “Ben nefsimi temize çıkarmıyorum. Çünkü nefis, gerçekten kötülüğü şiddetle emreder.” (Yusuf, 53) dedi. Hz. Âdem a.s. kendi nefsini sorgulamaktan çekinmedi. “Ey Rabbimiz biz nefsimize zulmettik.” (Araf, 23) Bu nasıl bir ahlaki yücelik ki, İçe dönük deruni bir muhasebenin ve terbiyenin kodlarını önümüze seriyor.
İlk Kur’an nesli ashabı kiramda da aynı hassasiyeti görüyoruz. Hz. Ebubekir (ra) ile karşılaşan Hz. Hanzala (ra) iç dünyasında başlattığı içtenlikli sorgulama refleksi ile: “Hanzala münafık oldu!” dedi. Ashap içinde en güzide sahabelerden biri olan Hz. Hanzala (ra) bunu söyleyebiliyordu. İşte sahabi kıvamında bir sorgulama. Öyle sanıyorum ki, ashabın büyüklüğü kendilerini bu samimi sorgulamadan geçirmelerinin semeresidir.
Onlar sorgulamaya önce kendi nefislerinden başladılar. Sorgulanması gereken bir nefsim var dediler. Bu hakikatten hareketle, hemen, şimdi biz de kendimizi sorgulama sürecimizi başlatmalıyız. Rabbimiz ve Peygamberimiz bizden bunu istiyor. Yaşamımıza sinen rahata düşkünlüğümüz, arzularımızın esaretinde oluşumuz, menfaate kolay yamuluşumuz, gafletimiz, dağınıklığımız ve kronik tembelliğimiz kendimizi ciddi bir sorgulamadan geçirmemizi gerektiriyor. Bunu yapmadan üretilmiş korkularımızı, öğretilmiş çaresizliklerimizi, seçilmiş yalnızlıklarımızı, tükenmişlik sendromlarımızı, mental yorgunluklarımızı başka türlü üzerimizden atamayız ve yaratılış amacımıza odaklanamayız.
Mübahlaşan günahların, normalleşen anormalliklerin, kanıksanan kötülüklerin, önlenemeyen arzuların önüne geçme iradesini kuşanmalıyız. Allah’ın ayetleri ile ürpermeyen, zikri ile titremeyen, huşu ve haşyetten yoksun kalplerimize bir müdahalede bulunmamız gerekiyor. Ruhumuza musallat olmuş yorgunluk, bezginlik, yılgınlık ve ümitsizlikten başka türlü kurtulamayız.
Cihatsız, zahmetsiz, eylemsiz, duyarsız hayatların kıskacından kurtulup onurlu yaşamlara hicret etmeliyiz. Haksızlık karşısında dönmeyen dillerimizi, mazlumların feryadını duymayan kulaklarımızı, yaşananları ve gerçekleri görmeyen gözlerimizi gözden geçirmemiz gerekiyor. Haksızlığa ve haksız kazanca alışan ellerimizi elden geçirmenin vakti geldi geçiyor. Kaygan zeminde patinaj yapan ayaklarımızı sorgulama zamanını kaçırıyoruz. Hayasızlığı, vefasızlığı, doyumsuzluğu, umursamazlığı sorgulamalıyız. Sadece geçmişi ve içinde bulunduğumuz ânı sorgulamamız yetmez her durumda sonumuzun ne olacağını ve nasıl olacağını sorgulamak zorundayız. Cennetlik bir kul olabilmek için yapılacak en önemli iş öncelikle ve acilen “Kendimizle Yüzleşmek” tir.