İbni Haldun, yerinde bir tespit ile toplumların çöküş ve tükenişini yöneticilerin lüks, gösteriş ve yolsuzluklara yönelişinde olduğunu söyler. Nebevi uyarı da bu yöndedir: “İki sınıf insan var ki, onlar düzelirse bütün insanlar düzelir. Onlar bozulursa bütün insanlar bozulur. Onlar; Ümera ve Ulema dır.”
Ümera; âmirler, yöneticiler, iktidar ve güç sahipleri, Ulema ise; âlimler, bilginler, sözüne itibar edilenler, yol gösteren, rehberlik edenler demektir. Amirlerin ve alimlerin bozulması bir toplumda tuzun kokması anlamına gelir. Kokuşma ve bozulma tuz ile önlenebilir lakin tuz kokarsa yapılacak bir şey kalmaz.
Dirilerin ölülerden daha hızlı çürüdüğü bu çağda en büyük servet bozulmamaktır.Bozulmanın normal karşılanması, kanıksanması, taraftar bulması o toplumun başına gelecek felaketi hak etmiş olduğunu gösterir. Yolsuzluklar normalleşmeye başlayınca, yolsuzluk yapanlar suçlu değil, masum ve mazur görülür, sahip çıkılır, hırsızlıklar başka algılar oluşturularak savunulmaya çalışılır. Hatta yeterince hırsızlık yapanlar çaldıkları paralarla kendilerini aziz ilan edecek bir kitle satın alabilirler.
Ahlaki çürüme, toplumsal değerlerin ve adalet duygusunun erozyona uğramasıdır. Bireyler bu ortamda iki ana risk ile karşı karşıya kalır. Bunlardan ilki“duyarsızlaşma”dır. Yani; bunlar zaten normal, herkes böyle yapıyor düşüncesi yaygınlaşır. Devamında gelen risk ise “tükenmişlik” tir. Artık bunlarla uğraşılmaz, bunlara güç yetmez düşüncesi oluşur. Ahlaki çürüme, yavaş ilerleyen ama derin etkiler bırakan bir süreçtir. Toplumlarda genellikle; Haksızlıkların olağan hale gelmesi, kötü davranışların, ödüllendirilmesi, iyilik yapanların küçümsenmesi ve bireylerin çıkar için değerlerinden vazgeçmesi şeklindeki sinyallerle hissedilir.
Yolsuzluk barometresine baktığımızda ümmetin başına gelen belaların nedenini başka yerlerde aramaya gerek yoktur.Rant hesapları, zimmete akar ve yarar aktarmalar, usulüne uygun haraç kesmeler, hak ihlalleri, kendine yontmalar, kısa yoldan köşe dönmeler, ne ad altında olursa olsun yaygınlaşan rüşvet, insanların bunlarda bir sakınca görmeyecek kadar körleşmiş, duyarsızlaşmış ve tarafgirleşmiş olması o toplumun başka belaları bekleme moduna geçmiş olduğunun göstergeleridir.
Duyarlı Müslümanlar olarak bu yanlışları yapanlar kim olursa olsun, sahtekârlığı, hilekârlığı, riyakârlığı sektörleştirenlere bir şekilde karşı durabilmeli, örgütlü suiistimalleri, organize istismarları sonlandırmak için harekete geçmeliyiz. Yoksa piyasa profesyonel hırsızlara, kravatlı çakallara, donanımlı tilkilere kalır ki çaktırmadan çalıp çırpan iş bitirici bitirimler değerlerimizi de bitirirler.
Yapılan yanlışlara hiç kimse; “Kol kırılır yen içinde” ön kabulü ile içimizdeki kirli elleri kollamaya mecbur olduğu saflığına düşmemelidir. Yanlış yanlıştır. Kirlilik kirliliktir. Kötülük kötülüktür. Yapan kim olursa olsun karşı çıkılmalı, engel olunmalı, uyarı ve ihbar mekanizmaları mutlaka kullanılmalıdır. Bu bizden, bu karşı taraftan ayrıcalığı asla yapılmamalıdır. Hele hele bizim sahtekarlığa, yolsuzluğa bulaşanımız var ise, hatta şaibe altındaysa, artık bunun dokunulmazlığından bahsedilmemelidir. Önce biz dokunmalıyız. Tüm hassasiyetimizle üzerine gitmeli, ıslahı için, bozulmanın önünü almak için seyirci kalmamalıyız. Yoksa onun yüzünden bizim kimliğimiz, değerlerimiz tahrip oluyor. Müslümanın emniyetli kişi olma algısına balta vuruluyor. İyiliği emretmek, kötülüğü engellemek önce kendi aramızda olmalıdır.
Kimileri yanlışa, yalana, yolsuzluğa alışmamızı isteyebilir. Ya da istikrar adına istismara sukût etmemizi maslahat sanabilir. Bu anlayışın bir savrulma olduğunu unutmamak gerekir. Biz, “Vallahi Muhammed’in kızı Fatıma hırsızlık yapmış olsaydı onun da ellerini keserdim.” diyen bir Peygamberin yolundayız.
Bugün bizler, el-Emin’in ümmeti olma sorumluluğunun neresindeyiz sorusunu önce kendimize sormak durumundayız. Çünkü en büyük sermayemiz; eminliğimiz.Tercihlerimiz ahiret öncelikli olursa Allah yolumuzu açar. Daima hatırda tutmamız gereken bir hakikat var; Yarın biz susacağız, ellerimiz, ayaklarımız konuşacak. O gün her şeyin kayıt altında olduğuna tanıklık edeceğiz. Hiçbir dosyanın sümenaltı edilmediğini, zaman aşımına uğramadığını, evrakta sahteciliğin olmadığını göreceğiz. Belki de o günün dehşetinden gözlerimiz yerinden fırlayacak. İşte o gün gelmeden, önce kendi yanlışlarımızı, ardından bizden olanların yanlışlarını, sonra da tüm yanlış yapanların yanlışlarını görmeli, göstermeli ve gidermeliyiz. Zira hepimiz O’na gidiyoruz.
Çözüm Müslümanların ilkeli duruşundadır. Bir toplumda kötülükler hâkimse kötülüklerle mücadele etmeyenler de en az kötülük yapanlar kadar sorumludurlar. Böyle bir toplumda ahlaki çürüme başlamıştır. Ahlaki çürümenin ardından siyasal, sosyal, kültürel, ekonomik bozulmaların, çözülmelerin, krizlerin yaşanmasının önünü kimse alamaz. Şairin dediği gibi “Ne çare dostum ne çare, Kim sahip çıkar nâçâre, Et kokarsa tuzlarsın, Tuz kokarsa ne çare.” Tuzu kokutmamalıyız. Şurası unutulmamalıdır; tuz kokarsa atılır, Tuz mesabesinde olanlar da bozulursa ilahi adalet onları da tarihin çöp sepetine atar. Yerimizi ve sonumuzu belirlemek bizim elimizdedir. Dinde zorlama yoktur, insan özgürdür elbette! İsteyen bu dünyada pişer, isteyen ahirette.


Cenk Gedikoğlu’nun Yeni Yıl Mesajı
Cenk Gedikoğlu’nun Yeni Yıl Mesajı
İrfan Topçu’nun Yeni Yıl Mesajı
Fatih Çapraz’ın Yeni Yıl Mesajı
İsmail Özer’in Yeni Yıl Mesajı
İsmail Özer Mobilya Yeni Yıl Mesajı
Asmar Market Yeni Yıl Mesajı
99 Köy Yolu Ulaşıma Açıldı
