Öğretmenlik, insanlık tarihinin en kutsal görevidir. Öğretmenler, gençleri hayata hazırlayan ve toplumun sürekli önünde giden gönül erleridir. Öğretmenlik bir meslek değil, bir yaşam biçimidir, peygamber vârisliğidir. Bedeli hiçbir maddi karşılıkla kıyaslanamayacak kadar saygın, çapı; okul ve sınıf duvarları ile sınırlanamayacak kadar ağır sorumluluk isteyen, sevgi ve fedakârlık üzerine kurulu, özel ve kutsal bir görevdir.
Geleceğimizin teminatı olan gençlerimize sevgiyi, saygıyı, özgüveni ve yaşama sevincini aşılayan, düşünmenin, sorunları diyalog yoluyla çözmenin, bilgi üretmenin yalnızca insana özgü ayrıcalıklar olduğunu öğreten fedakar insanlardır öğretmenlerimiz.
Devlete karşı akdi, öğrencisi ile ahdi, Allah’a karşı andı olan yüce yüreklere; “Adanmış Öğretmen” diyoruz. Adanmış öğretmen görevli olmanın ötesinde gönüllüdür. O’nun içtenliğini işin içine katması ile eğitimin rengi kendiliğinden değişir, ideal nesiller de o zeminde yetişir.
Adanmış öğretmen, okulu mabet bilir. Sınıfa abdestli girer, derse besmeleyle başlar. Ömrünü öğretmenliğe adamış pek çok hocalarımızın örnek hayatlarını incelerken hep hocaların hocası merhum Mahir İz Hocamız dikkatime takılmış, örnekliği hayranlığımı celbetmiştir. Sınıfa hiç abdestsiz girmemiş, “Ben ancak bir muallim/öğretmen olarak gönderildim.” diyen Sevgili Peygamberimizin izini takip etmiş, soyadı gibi, kendisinden sonrakilerin ardından yürüyeceği “İz” bırakan adanmış bir öğretmen olmuş Mahir İz Hoca.
Hani öğretmenler muma benzer ya, çevresine ışık vermek için tüketirler kendilerini. İşte öyle tüketmiştir Mahir İz Hoca da kendini, ömrünü. Mermer için bir heykeltıraş ne ise, bir nesil için o olmuştur bu kutlu ve onurlu meslek sahibi müstesna insan. Gönüllere yağan bereketli bir yağmur olmuş hep, insanların ellerinden tutan ve onları adım adım aydınlığa götüren bir rehber olmuş.
“Talebe, evlattan evlâdır.” diyerek öğrencilerini kendi çocuklarından daha öncelikli tutmuş bir öğretmendir Mahir İz Hoca. Kıyamet günü Rabbim bana, “Kulum, tekrar dünya hayatına geri dönecek olsan ne olmayı isterdin?” diye sorsa: “Öğretmen olmak isterdim ya Rabbi” “Eğer Rabbim bu soruyu bana bin kere soracak olsa, yine de ‘öğretmen olmak isterdim” diye cevap verirdim demiştir.
Öğrencileri ile sadece sınıfta birlikte olmakla yetinmeyen, okul haricinde de öğrencilerine evini ve gönlünü açan bir öğretmendir O. Mezun olup hayata atılan öğrencileriyle irtibatını hiç koparmamış, o günün şartlarında yazdığı mektuplarla onları irşad edip gayrete davet etmiş mümtaz bir simadır. Öğrencilerinin bir gün kendisine; “Hocam, bu kadar mektuba nasıl yetişiyorsunuz? Biz size yazıyoruz. Siz bize cevap yazmak zorunda değilsiniz. Kendinizi yormayın.” diye ricalarına cevaben; “Evladım, mektup yazmak selam vermeye benzer. Selam vermek sünnet, almak vaciptir. Siz bana mektup yazmakla selam vermiş oluyorsunuz. Benim size cevap yazmam vacip hükmündedir” dediği ifade edilir.
Mahir İz Hoca; Mesleğine aşkla bağlanan, Vücudunun tüm zerrelerinde samimiyet barındıran, İnancının ve samimiyetinin gereği her türlü gayret ve çalışkanlıktan geri durmayan, Şahsiyet ve karakter sahibi bir muallimdi. Vefatından sonra öğrencileri; “Muallimlikte “Mahir”, rehberlikte “İZ” idi. Önümüzü aydınlatan kandil, o bizim öğretmenimiz idi” diye yad etmişlerdir.
Aynen onun gibi adanmış her öğretmen de öğrencilerini sınavdan önce hayata hazırlayan insandır. Öğretmen; babadır, anadır, ağabeydir, abladır. Dert ortağı, sır dostudur. Sığınaktır, barınaktır, korunaktır. Sınıfa sadece bilgi değil, ilgi, sevgi, saygı ve değer taşır. Sınıfa girmekle kalmaz, sınıftakilerin gönüllerine girer. Ders vermekle yetinmez, derdini, davasını paylaşmanın derdindedir. O, sadece güne değil, gönle hitap eden umuttur, ufuktur, vicdandır, yürektir.
Öğrencilerinin sınavları kazanması kadar bu çocukların kalbini nasıl kazanabilirim in derdindedir. Gençleri imtihana alırken, bu gençler de benim imtihanımdır, Allah beni de bunlarla imtihan ediyor şuuru ile hareket eder. Onların sadece akademik başarılarıyla değil her derdiyle ilgilenir. Ahlaki donanımlarını dert edinir.
Evet, ideal öğretmen öğrencilerine sadece bilgi yüklemesi değil, bilinç inşası, hikmet aktarımı derdindedir. Hedefi; onların sadece kariyer değil, sağlam bir karakter sahibi olmalarıdır. Mesele yalnızca mezuniyet değil, onları mesuliyet bilinci ile hayata hazırlamaktır. Resmi bir refleks ile değil, Rabbani bir duyarlılıkla çocukların dünya ve ahiretine katkı sağlamak için uğraşır. İki artı ikinin dört ettiğini öğretirken, helal olan birin haram olan üçten büyük olduğunu öğretmeye çırpınır. Sınavın sadece kâğıt, kalem ve test kitapçığından ibaret olmadığını, insanlık, kardeşlik ve kulluk sınavının tüm sınavların sınavı olduğunun bilincini verebilmenin derdi ile hareket eder.
Davası olan öğretmenin derdi vardır. Ailelerin ilgisizliği, öğrencilerin yaramazlığı, imkânların yetersizliği onu asla durduramaz. Hz. Musab misali, bir yolunu bulup görev yaptığı okulu “Medine’leştirme” mücadelesi onun hep önceliğidir.
Adanmış öğretmen Rabbimizin peygamberine buyurduğu; “İman etmiyorlar diye neredeyse kendini helâk edeceksin!” (Şuarâ, 3) ayetinde ifadesini bulan ruhla çırpınan, iman iklimine taşıyamadığı her öğrenci için yanıp tutuşan insandır.
Bu ruh hali bizleri sarıp sarmalamadıkça sınıfta bizleri dinleyen öğrencilerin gönlüne girmek mümkün değildir. Bizler öğrencilerin sınav puanlarına göre not veriyoruz. Rabbimiz de omuzlarımıza yüklemiş olduğu sorumluluğu yerine getirmemize bakarak bize not verecektir. Yarının nesillerini oluşturacak bu gençler, mahşer günü bizden şikâyetçi olursa, Nuh a.s. ın; “Rabbim! Gerçekten ben kavmimi gece gündüz davet ettim. Sonra onlara (davetimi) açıktan da ilan ettim, gizli gizli de söyledim.” (Nuh 5-9) diye, bıkmadan usanmadan verdiğimiz mücadeleyi Rabbimize mazeret olarak sunabilecek bir öğretmenlik yapabiliyorsak müjdeler olsun, korkmamıza gerek yoktur, mutlu son bizler içindir.