Karabük Haberleri

reklam

MUSTAFA ÇELENLİ YAZDI “ MÜSLÜMANLARIN ÜST KİMLİKLERİ MÜSLÜMANLIKTIR”

MUSTAFA ÇELENLİ YAZDI “ MÜSLÜMANLARIN ÜST KİMLİKLERİ MÜSLÜMANLIKTIR”
reklam
27 Haziran 2025 - 7:57

Kutsal Kitabımız Kur’an-ı Kerim mü’minleri kardeş olarak ilan eder. “Rabbimiz Allah’tır” diyenlerin ırklarının, renklerinin, coğrafyalarının, mezhep ve meşreplerinin farklı olması, kardeş olmalarına, tek ümmet olmalarına engel değildir. Rabbimiz bizden tek ümmet olmamızı istiyor. Müslümanların gurup gurup ayrışması, parçalanıp bölünmesi tek ümmet olma anlayışının, ümmetin güç sahibi olup iktidar ve muktedir olmasının önünde en büyük engeli oluşturuyor. Müslümanlar sahip oldukları tevhid inancından dolayı tek bir ümmettir.

Günümüzde Müslümanların en büyük sorunu üst kimlik sorununu Müslümanlık bağlamında çözememiş olmalarıdır. İslam Müslümanların hangi dili konuşurlarsa konuşsunlar, hangi ırka mensup olurlarsa olsunlar, İslam öncesi geçmişlerinde nasıl bir tarihe ve dine sahip olurlarsa olsunlar, Müslüman oldukları andan itibaren tek vücut haline gelmiş bir tek ümmet olduğunu ilan eder. Bunun sebebi, İslâm’da geçerli bağın inanç bağı olmasıdır. Müslümanları iman bağından başka hiçbir şey birbirine bağlayamaz ve bir arada tutamaz. Müslümanları tek ümmet yapan din bağıdır.

Avrupa’da ortaya çıkan kapitalizm, ulus-devlet formunda örgütlendi. Ulus-devlet anlayışı tüm yaşam tarzı ve üretim ilişkileriyle birlikte doğup geliştiği Avrupa’nın dışındaki dünyaya da yayılmayı başardı.
Küreselleşen ulusçuluk toplumlarda aidiyet bilinçlerinin köklü biçimde değişmesine neden oldu. 
Ulus toplum projesi, Avrupa’da feodalite-kraliyet-kilise yanlışına karşı ayaklanan toplumların burjuvazi-demokrasi-laik kurumlar aracılığıyla verdikleri başka bir yanlış cevaptı.
Ortaçağ Kilise baskısından, dogmadan, akıl dışılıktan, kilisenin uygulamalarından, bu bağlamda “dinden” özgürleştiğini iddia eden Hristiyanlık dünyasının ortaya koyduğu ulus değerleri bizzat kendisi bir dogmadır. Bir ulusa mensup olmak, en demokratik biçiminde bile belli bir devletin topraklarında doğmuş olmayı gerektirir. Bu, bütünüyle rastlantısal ve aslında hiçbir insani temeli olmayan, insan iradesine dayanmayan bir belirleme şeklidir.

İslamiyet, insanlara kelimeyi şahadet getirerek Müslüman olma imkânı verip bunu insanın kabulüne ve seçimine bırakır. Modern sunumlu uygarlık ise demokrasi ve eşitlikçilik adına ulusal sınırları ve vatandaşlık bürokrasisini dayatma şeklinde oluşmuştur.
Ulusalcılık, muhatabına başkalarından farklı bir kimlik farklı bir tarih ve şahsiyet sunar. İnsan iradesinin yerine irade dışı faktörlerin belirleyen olduğu bu kimliklendirmede insani ilişkiler insani olmayan sonuçlar doğurur.

Batı’nın dayattığı uluslaştırma çabaları İslam dünyasında Avrupa’dan çok daha vahim sonuçlar doğurmuştur. Ulus kimlik mühendisleri, parçalayıp yıktıkları dinî birliğin enkazından yararlanmayı da bilmiştir. Fransız Devrimi sonucu ortaya çıkan kilise karşıtı laik cumhuriyetçiler İslam’ın emrettiği din kardeşliğinin aksine toprak ve ırk temelli ulus kurgularını, Hıristiyanlık imgelerini kendilerine uyarladılar. Dinin cemaatini ulusa dönüştürenler, böylece ulusun dinini de üretmiş oldular.

Ulusal kiliseler ve Hıristiyanlığın mevcut ulus devletteki konumunun benzeri İslam coğrafyasında da yaşandı. İslâm topraklarında kurulan ulus devletler, Emperyalistlerin İslâm ümmeti için kazmış oldukları ölüm çukurları olarak karşımıza çıktı. Tek ümmet inancına sahip olanların ulus devletçiklere bölünmeleri, ulus devletçiklerin duvarları arasına mahkûm edilmeleri, tevhid çerçevesinde birlik ve kardeşlik anlayışının ortadan kalkmasına vesile oldu.

İslâm topraklarında ulus devletçikler zihniyeti devam ettiği sürece Müslümanlar arasındaki kavgaları sonlandırmak kolay olmayacaktır. Ayrıştırmanın zemini kullanışa elverişli halde devam ederken inancının gereğinin bilincinden uzaklaşmış insanları birleştirmek çok zordur. Ulusçuluk ölümcül bir ideolojidir. Farklılık psikolojisi ile insanları ve toplumları sürekli ayrıştırır.

Ulusçuluk, İslâm topraklarında inkârcılığın, ayrımcılığın ve kavmiyetçiliğin garantisi olmuştur. Yeryüzünün varislerini ulus devletçiklerle idare etme projesi Kapitalist ve Emperyalist dünyanın ümmet bilincine sapladığı bir hançerdir. Emperyalistlerin bir sömürge projesi olarak ihraç ettikleri seküler ulusçuluğun kirlerinden temizlenmeden vahyin emrettiği “Ümmet-i Vahide”yi yeniden inşa etmek mümkün görünmemektedir.

Ulusçuluk aynı zamanda milliyetçilik yani nasyonalizmdir. Ortak dil, tarih ve kültür bağları sebebiyle ulusal bir topluluk oluşturma bilincinden hareketle bağımsız bir devlet kurmak şeklinde ümmeti ayrıştıran siyasal hareketin adıdır. Ulus devletçikler İslâm topraklarında dünyayı sömürge bölgelerine ayıran Batılı Emperyalistlerin hizmetkarı haline dönüşmüştür. Onlar, Batılı efendilerinin menfaatlerini korumak ve kollamak için kendi halklarının sömürülmesine aracılık yaparlar.

Batılı Emperyalistlerin Müslümanların önlerine koydukları “kendi ulusunu kendin yarat”, “her ulusa bir devlet” projeleri, kavimlerin kıyamı için birer davetiye olmuştur. Ulusçuluk fikrine saplanmış kişi, kendi ulusunu-kavmini en üstün, en değerli, dünyayı yönetmeye layık, hatta Allah tarafından seçilmiş-(Maide Sûresi/18) kabul eder. Bu anlayış, diğerlerinin değersiz, aşağı ve güdülmeye mahkûm olduğu düşüncesini doğal olarak beraberinde getirir. Üstelik, ulusçu-ırkçı anlayış, daha küçük alt-gruplar (kabile, aşiret, sülale, aile) halinde sürekli ve sonsuz bir bölünmeyi davet eder. Bununla da kalmaz, işi “Milli Din”, “Milli Rab” oluşturmaya kadar vardırır.

Tüm bu değerlendirmelerden anlaşılan o ki; kavimlerin kıyamı, ümmetin kıyameti olmuştur. Kavminin kavgasını dininin kavgasına tercih edenin dini olmaz. İslâm topraklarında ortaya çıkan ulus devletçikler, tek ümmet olması gereken Müslümanları ardı arkası gelmeyen bölünmelere, parçalanmalara mahkûm etmiştir. Tek ümmetin tek meşru idaresi “El- Hilâfetü’r Raşide” ilga edilince yani Müslümanlar halifelerini kaybedince imamesi kopmuş tesbihin tanelerine döndüler. Kendi evlerinde, kendi mahallerinde, kendi köylerinde, şehirlerinde bir araya gelmez oldular. Parçalandılar, dağıldılar, birbirlerine rakip ve düşman hale dönüştürüldüler.   

Vakit, Müslüman kimliğinde birleşme, ulusçuluk anlayışından tek ümmet olduğumuz bilincine kapı aralama vaktidir. Hz. Nuh’un gemiye binmeyi reddeden oğlu ile beraber olmaya mecbur olmak yerine Firavun’un sarayında Musa ile bir arada olmayı tercih edenlerin asıl vazifesi, ulus ve ulusçuluk anlayışından ümmet olma bilincine geçişi sağlamaktır. Emperyalistlerin cetvellerle çizmiş oldukları coğrafi hudutların zihinlerde oluşturduğu ayrışma çizgilerini ortadan kaldırmak, tek ümmet bilinci silgisi ile silip atmak, Rabbimizin emrettiği kardeşlik şuuruna, tek bir ümmet olma bilincine terfi etmek kurtuluşumuzun reçetesidir. 

reklam
HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT
Yorum Yok
YASAL UYARI! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, pornografik, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen kişiye aittir.

Copyright © 2023. Karabük Haberleri Her hakkı saklıdır.